Kitabın içinden o zamanki psikolojimle çok etkilendiğim hala da unutamadığım bir hikaye var;
Oğlumuz bir kıza aşık olur. Delilercesine...
Kızın tek şartı vardır;
Annenin kalbini bana getirirsen seninle evlenirim!
Oğlumuz her ne kadar bunu yapamam diye düşünse de sonunda deli aşkı galip gelerek annesini öldürür.
Annesini öldürür, kalbini söker, yağmurlu havada elinde annesinin kalbiyle koşarken birden ayağı takılıp düşüverir ve kalp de ellerinden fırlayıp yere düşer ve o kalpten şöyle bir ses duyar;
Oğlum bir yerin acıdı mı?
O zaman ergenliğimin salgılamış olduğu yüksek doz hormonlar sebebiyle bu öyküyü okuduktan sonra epey göz yaşı dökmüştüm.
İşte bu haftaki misafir yazarımız Nil Eren Kömek'in öyküsünü okuyunca Cüneyt Suavi öyküleri aklıma geldi. Bakalım siz ne düşüneceksiniz?
Çok güzel bir gündü. Eşiyle vedalaştı,arabasına bindi ve İstanbul'a doğru yola çıktı.Arabada hafiften bir türkü tutturdu ve başladı bir gece önceki yemekte arkadaşlarıyla üzerine tartıştıkları konuyu düşünmeye.Sabahları hep düşünürdü o.Kendi kendine tartışır,tekrar tekrar gözden geçirirdi konuşulanları.Hatta eşi o düşünme haline "tır tır yapmak" derdi...
Birdenbire gözlerini ambulansta açtı!
Bulanık bakışlarına, nerede olduğunu anlamlandıramayan kollarının çırpınışı eşlik ederken, kulaklarını sağır eden siren sesi ile içindeki korkunç panik duygusuna yüz vermemeye çalıştı. Zihninde yüzlerce görüntü hiç durmadan cirit atıyordu. Sakinleşmeye çalışarak büyükçe bir soluk aldı. Ne olduğunu anımsamaya çalıştı. En son eşinin el sallayışı vardı gözlerinin önünde şimdi... Ama sonrası? Yoktu!
Onun ayıldığını anlayan ambulans görevlisi, “Sakin olun lütfen. Hastaneye varmamıza çok az kaldı." dediğinde, direksiyonun başındaki hali geldi gözlerinin önüne. Kaza mı yapmıştı? Hiç hatırlamıyordu ki. Kollarını bir kez daha hafifçe hareket ettirdi. Parmaklarını ve bacaklarını da... Hissetmeye ihtiyacı vardı. Bakışlarını kendi vücudunda gezdirdi. Hayır! Hiç bir anormallik görünmüyordu. Sapasağlam atlatmıştı demek kazayı. Başka birine zarar vermiş miydi acaba? Yüreğini yakan, tanımlayamadığı bir acıyla dolmaya başlayan gözlerini sımsıkı kapattı. ‘Şoktayım!' dedi. Kesin ondandı bu ağlamak isteği...
Hastanenin acil servisine sedyede taşındı. Konuşmak, ailesine haber verilmesini rica etmek, başka birine zarar gelip gelmediğini öğrenmek istiyor ama kendini bir kukla gibi hissetmekten alıkoyamıyordu. Devinimsiz... Karmakarışık... Kocaman... Dev bir Kukla!
Ambulans görevlileri şimdi onu iki iri cüsseli hasta bakıcıya devretmişlerdi. İçlerinden sarışın olan adam,"Kerim Bey bu! Doktor Osman Bey'in hastası. Üçüncü kata çıkaralım hadi." dediğinde içinde artık kabuğuna sığmayan şok dalgasına kaptırdı zihnini. Karanlık, şimdi telli davetiyesini gözüne sokmuş, onu içine hapsedene kadar yutmuştu...
Diğer hastabakıcı " Neyi var ki?" dedi merakını bastıramayarak.
Sarışın olan adam" Alzheimer gariban, daha ne olsun? Yıllar önce İstanbul'a giderken, geçirdikleri bir trafik kazasında kaybetmiş eşini. İkide bir o güne dönüp kendini İstanbul'a yola -yalnız- çıkmış zannediyor. Acıdan bu halleri acıdan…"dedi hüzünle.
6 Yorumlar
A aaaaaa sonunu hiç böyle hayal etmemiştim 🙊🙊 çook beģendim kim yazdıysa ellerine sağlık.
YanıtlaSilBir de o başta anlattığın hikaye gerçwk bir hikayemiymiş? Ben anonim bi sehir efsanesi sanıyordum 😂
Yani gerçek değil ama anonim de değil. bir yazarı var :D
SilBen okumuştum bu hikayeyi zaten Cüneyt Suaviyi de hayatın içinden serisini de okurdum benim ilk okul dönemine tekabül ediyordu gerçi (^_^)
YanıtlaSilÇok ayıp ablaya böyle denir mi hahah :D
SilAh ne okurdum o kitabı..
YanıtlaSilbir dönem herkesin elinden geçmiş demek ki
Sil